MALİYE POLİTİKASI – I
ÜNİTE 1
***Maliye Politikası: Kavramlar, Etkinliği ve Sınırları
*** Dar anlamda maliye politikası: Devletin bütçe kanalından yaptığı harcama artışının milli gelir ve istihdam üzerindeki yükseltici etkisidir.
*** Geniş anlamda maliye politikası: Devletin tüm vergi ve harcama araçları ve kamu teşebbüsleri ile giriştiği ekonomik faaliyetlerdir.
*** Nötr vergiler: Yükümlü üzerinde gelir etkisi oluşturan fakat ikame etkisinin sıfır olduğu vergilerdir.
*** Efektif talep: Tam istihdamın sağlanmasına yönelik olarak kamu talebi ile destekli toplam talep miktarıdır.
*** Likidite tuzağı: Verili bir faiz oranında, halkın arz edilen tüm para miktarını tutmaya hazır olduğu durumdur.
*** Doğal işsizlik oranı: Emek verimlilik artışının sıfır ve ortalama reel ücret haddinin sabit olduğu, sonuçta fiyat düzeyinin de sabit kalabildiği koşuldaki işsizlik oranıdır.
*** Para yanılsaması: İşçilerin enflasyon karşısında reel ücret düzeyi ile net algılama yapamaması durumudur.
*** Dışlama etkisi: Genişletici maliye politikası uygulanması sonucunda faiz oranının yükselmesine bağlı olarak özel yatırım harcamalarının azalması durumudur.
*** Rasyonel beklentiler: Kişilerin ekonomik değişkenlere ilişkin tüm bilgileri kullanarak yaptıkları beklentilerdir.
*** Bütçe devresel bileşkesi: Tam istihdam bütçe fazlası ile olağan dönem bütçe fazlası arasındaki farktır.
*** Mali sürüklenme: Bütçe devresel bileşkesinde görülen fazlanın ekonomide gelir artışını frenleme etkisidir.
Maliye Politikası Hangi Koşullarda Ortaya Çıkmıştır? :
Maliye politikası; Geniş anlamıyla, kamu bütçe araçları olan kamu harcamaları, vergi ve diğer gelir kaynaklarının miktar ve bileşiminde değişiklikler yapılarak, ekonomide öngörülen iç ve dış dengelerin
sağlanması politikalarının bütünüdür. Maliye politikasının ortaya çıkışı, 1929 Krizi ertesinde yaşanan derin ekonomik çöküş ve işsizlik sorununun çözümünü amaçlayan, Keynes’in ünlü Genel Teori kitabında ortaya koyulan teorik esaslara dayalı politikalarla gerçekleşmiştir. Dar anlamda maliye politikası kavramı ile tam istihdamı sağlamaya yönelik olarak, otonom kamu yatırımlarıyla efektif talebi oluşturup milli gelirin yükseltilmesi geniş anlamda maliye politikası kavramı ile de bütçe
harcama ve gelir politikaları yanında kamu iktisadî kuruluşları ile de güdülen politikalar anlaşılır.
Klâsiklerin hangi gerekçelerle devletin müdahalesine gerek kalmadan ekonominin dengeye gelebileceğini savunduklarını ayırt etmek.
Klâsikler ücret ve fiyatların tam esnekliğe sahip olduğu, üretim faktörlerinin sektörler arasında tam geçişlilik özellikleri taşıdığı varsayımları ile piyasaların dengeye geleceğini ve devletin ekonomiye
müdahale etmesine gerek olmadığını ileri sürmüşlerdir. Denk bütçe ve yatırımın tasarrufa eşit olması koşullarında ekonominin dengede olacağını savunan klâsikler, ekonomide oluşabilen dengesizliklerin geçici olduğunu, denge dinamiklerinin etkisiyle bu koşulların kendiliğinden ortadan kalkacağını, böyle durumlarda devletin ekonomiye müdahalesinin olumlu etki yaratmayıp, tam tersine, olumsuz sonuçlar doğuracağını savunmuşlardır. Klâsiklerin bu iddiaları ileri sürmeleri, ekonomilerin henüz
kurumsallaşmamış ve ileri düzeyde ihtisaslaşma aşamasına gelmemiş olmalarından kaynaklanıyordu.
*** Keynesyen maliye politikasını klâsiklerin görüşünden ayıran temel farklılıkların neler olduğunu açıklamak.
Keynes ekonomiye yukarıdan, makro boyuttan bakarak, öncelikle makro dengelerin sağlanması kuralını getirmiştir. Bu görüşler doğrultusunda makroekonomi ve maliye politikası ortaya çıkmıştır.
Keynes’e göre, ekonomilerin denge hallerinde işsizlik sorununun çözülmeyip, kamunun müdahalesi ile toplam talep yükseltilerek, efektif talebe ulaşılması gerekmektedir. Bu görüşün dayandığı görüş
ücret ve fiyatların klâsiklerin savunduğu gibi esnek olmadığı, geriye doğru sertlik gösterdiği, bundan dolayı da piyasa ayarlamalarının gerçekleşemediğidir. İşsizliğe neden olan eksik talep koşulunun
bütçe ve harcama sistemi ile telafi edilmesi temel Keynesyen maliye politikası aracıdır.
*** Keynesyen yaklaşımın temelini oluşturan varsayımları monetaristlerin hangi gerekçelerle reddettiğini değerlendirmek.
Monetaristler de klâsiklere benzer şekilde paranın rolünü ikincil derecede önemli algılayarak, Keynesyen görüşten ayrılmışlardır. Monetaristlere göre Keynesyen maliye politikasının etkileri ancak kısa dönemde ve geçici olarak ortaya çıkabilir. Uzun dönemde ise ekonomide doğal işsizlik önlenemez ve maliye politikasının genişletici önlemleri eski dengelerde yüksek fiyat oluşumuna neden olur.
Maliye politikası uygulaması sonucunda toplam talebin yükselmesinin oluşturduğu fiyat artışının işverenler ve para yanılsaması altındaki işçiler tarafından farklı algılanması kısa dönemde istihdama katkı yapabilir, ancak uzun dönemde denge eski koşulda, doğal işsizlik düzeyinde oluşur.
Friedman’a göre enflâsyon ve işsizlik arasındaki ilişkiyi ortaya koyan Phillips eğrisi kısa dönemde negatif eğilime sahip olup, stagflasyon koşulunda pozitif eğim alırken, uzun dönemde doğal işsizlik oranında dik
olmaktadır.
*** Son dönem maliye politikası yaklaşımlarının Keynesyen ve monetarist görüşlerle birleştiği ve farklılaştığı noktaların neler olduğunu karşılaştırmak.
Son dönem maliye politikası yaklaşımları Keynesyen ve monetarist görüşlerden geniş çapta etkilenmiş olmakla beraber, onlardan farklı olarak, daha güçlü bir şekilde mikro temellere ve sistemin işleyişine
yönelmişlerdir. Yeni klasik görüşe göre, bilgi sahibi olan ekonomik aktörlerin rasyonel beklentiler doğrultusunda yararlarını en çoklaştırıcı davranışları sonucunda fiyat ve ücret esnekliği varsayımı altında piyasalarda denge sağlanır. Yeni Keynesyen görüş çeşitli nedenlerden kaynaklanan ücret ve fiyat katılığı üzerinde yoğunlaşarak ekonomik şokları açıklamaya çalışmıştır. Post Keynesyen görüşte ise, ekonomik şok ve dengesizliklerin ücret ve kâr getirilerini birbirinden uzaklaştırması nedeniyle gelir dağılımı konusu önem kazanmıştır. Diğer yandan sermayenin kâr sıkışıklığı krizi arzyanlı ekonomi görüşünü ortaya çıkarmış ve sermaye üzerindeki kamusal yüklerin hafifletilmesini gündemde üst
sıralara taşımıştır.
*** Hangi ekonomik koşullarda maliye politikası amaçlarından hangisinin öne çıkabileceğini ve aralarında ne tür çatışmalar oluşabileceğini açıklamak.
Maliye politikasının temel amacı, iç dengenin ve dış dengenin sağlanmasıdır. İç dengenin ana unsurları fiyat istikrarının sağlanması, yani enflasyonist ve deflasyonist dalgalanmaların önlenmesidir.
İç istikrar alanında ikinci önemli konu da işsizliğin önlenmesi ve tam istihdamın sağlanmasıdır. Bu iki hedef yan yana konulduğunda istikrarlı büyüme konusu ile karşı karşıya gelinir. Çünkü, fiyat istikrarı
ve istihdam konularının statik konumda çözülmesi, ekonomik büyümenin sağlanamadığı durumda zamanlar arası ekonomik istikrarsızlığa yol açar. Dış istikrar ise ekonominin dış dünya ile olan ekonomik ilişkilerinde cari hesap dengesinin sağlanmasını içerir. Tüm bu amaçlar yumağı içinde
bütünsel olarak optimum koşulu yakalamak her zaman mümkün olmayabilir. Amaçların tümünün sağlanamadığı durumlarda tercihli olanlara ağırlık verilerek politika uygulamasına geçilir.
*** Maliye politikasının temel araçlarının neler olduğunu, etkilerinin nasıl ortaya çıktığını açıklamak.
Maliye politikasının temel araçları vergi, harcama ve borçlanma olarak bütçe kalemleri ve kamu iktisadî teşebbüsleri şeklinde ekonomide fiilen yer alan üretim ve istihdam birimleridir. Devlet söz konusu araçlarla araçların çeşitli özelliklerinden yararlanarak, fiyat istikrarı ve istihdam gibi iç istikrar
alanında ve cari dengeyi sağlayarak dış istikrar alanında etkili olmaya çalışır. Ancak, söz konusu maliye politikası araçlarının hedeflenen tüm amaçlara istenildiği kadar etkili biçimde yönlendirilmesinin mümkün olduğu düşünülmemelidir. Ekonomilerin içinde bulundukları aşamalar ve varolan kurumlar çerçevesinde araçların kullanımı sınırlı olabilir.
*** Maliye politikasının etkinliğinin ölçümünün niçin önemli bir konu olduğunu değerlendirmek.
Maliye politikasının etkisini ölçebilmek için tam istihdam koşulu altında saptanan bütçe fazlası ile filli bütçe büyüklüğü arasındaki fark dikkate alınır. Bunun nedeni, kamu bütçesi büyüklüğüne ve
kalemlerine çoğu durumda iradi müdahale olmadan ekonomideki bazı değişikliklerin etki ediyor olmasıdır. Maliye politikasının net etkisi anlaşılıp ortaya konulduktan sonra, hangi politikaya yönelik kullanılacağı saptanabilir. Böylece amaç ve araç belirlenmesi sonrasında politikaların zamanlamasına da dikkat etmek gerekir. Politikalarda zamanlamanın gereği biçimde yapılmaması durumunda politikanın etkisi zayıflıyor olabileceği gibi, hedeflenenden ters yönde etki de oluşturulabilir.
*** Maliye politikası ne tür bir tarihsel gereksinimden ortaya çıkmıştır?
Ekonomi politikaları genellikle gelişmiş kapitalist ekonomilerde ortaya çıkmıştır. Ekonomi alanındaki teorilerin birincil işlevi, dokular arasındaki ilişki kurallarını saptayarak organizmanın çalışmasını açıklamak, ileriye yönelik öngörüler yapabilmek, bazı istenmeyen sonuçları önleyebilecek ve sistemi istenir doğrultuda sürdürebilecek anahtarı ele geçirmektir. Makroekonomi alanı içinde yer alan maliye politikası da 1929 Krizi ile oluşan derin işsizlik ve bunalımın aşılabilmesi ve ekonomik işleyişin
sarsıntısız sürdürülebilmesi için kamusal müdahale araçları ile ilgili kuralları geliştirmiş ve devreye sokmuştur.
***Hangi gerekçelerle küçük devlet ve tarafsız vergi görüşünü savunabilirsiniz?
Neoklasik okula göre, bir ekonomide piyasa faiz göstergesi altında yatırımların tasarrufa eşit olduğu durumda, yaratılan kaynaklarla kullanılan kaynaklar arasında denklik sağlanmış olur. Ancak, zorunlu olarak devlet devreye girdiğinde ekonomide yeni bir kaynak çekme ve harcama yapma dokusu oluşur.
İlk olarak, sistemin dengede olması için söz konusu devlet bütçesinin de denk olması gerekir. İkinci olarak da vergi ve harcama kanallarının fiyat yapısını bozmaması ya da bozma etkisinin asgari düzeyde tutulabilmesi için devletin, olabilecek en küçük boyutta olması ve özellikle de vergilerin nispi fiyat yapısını bozmaması gerekçesi ile nötr vergilerden (tarafsız vergi) oluşması tercih edilir.
*** Keynes sisteminde en temel maliye politikası aracı olarak efektif talebin işlevini ve oluşturulma yöntemini nasıl açıklarsınız?
Kapitalist ekonomilerde milli gelir ve buna bağlı olarak istihdam düzeyinin düşük olmasını yetersiz talep görüşüne bağlamış olan Keynes, tam istihdamı sağlayan piyasada oluşan düzeyden daha yüksek talebe efektif talep adını vermiştir. Efektif talebe, toplam özel harcamalara kamu harcamaları ile yükseltilmiş toplam talep ile ulaşılır.
*** Monetarist görüşün Keynesyen görüşten farklarını ve bu farklılıkların ortaya çıkmasına yol açan ekonomik gelişmeleri nasıl açıklarsınız?
Keynesyen görüş siyasetçilerin oy kaygısı ile aşırı boyutta kullanılarak zaman içinde bütçe açıklarına ve enflasyonist baskılara yol açmıştır. Aynı süreçte, aşırı üretim ve piyasaların hızla yükselen arzı karşılamada yetersiz kalması kâr oranlarının gerilemesine yol açarak, özel birikimlerin finansal
işlemler alanına kaymasına neden olmuştur. Böylece başlamış olan aşırı finanslaşma döneminde enflasyon nominal varlıkları eritme tehlikesi yaratmıştır. Bu tehlike karşısında Keynesyen politikaların
terk edilmesi gündeme gelmiş, mali disiplin kuralları yaygınlaştırılmıştır. Keynesyen görüşten farklı olarak monetarist görüş malî önlemlerin ekonomik dalgalanmaları önleyemeyeceği, hatta daha da
şiddetlendireceği görüşüne dayanır. Monetaristlere göre, malî önlemler kısa sürede ekonomik dalgalanmalara çare gibi görülseler de uzun dönemde ekonomik dengeleri bozucu etki yaparlar.
*** Talep yanlı ve arz yanlı politikalar arasındaki temel farkı nerede görüyorsunuz?
Talep yanlı politikalar Keynesyen kökenli olup piyasa dengesizliklerinin talep yetersizliğinden kaynaklandığı görüşüne dayanır. Arz yanlı politikalar ise küreselleşme döneminde tüm yerküre piyasa olarak devreye sokulduğundan, artık ulus devletler içinde talep genişletici önlemlere gereksinim olmadığı, buna karşın dünya piyasalarına açılan sermayelerin arz yönünden desteklenmelerinin daha yerinde olduğu görüşüne dayanır. Arz yanlı görüşler, yatırımların faiz ve maliyet esnekliğinin yüksek
olduğunu, faizlerin ve vergilerin düşürülmesi ile yatırımların yükseleceğini ve istihdam ve ekonomik refahın sağlanacağını ileri sürerler.
*** Ekonomik dengelerin gözetilmesinde iç ve dış dengeler arasındaki ilişkinin hangi piyasa göstergeleri ile kurulabileceğini düşünürsünüz?
Bir ekonomide iç ve dış denge için iki önemli gösterge söz konusudur. Ticari işlemler açısından döviz kuru, sermaye hareketleri açısından ise faiz oranı önemli araçlardır. Bu iki gösterge birbirinden ayrı ortamlarda çalışmayıp, tam tersine, birbirini etkileyecek şekilde devrededirler. Bir ekonomide faiz oranı dünya faiz oranının üzerinde ise o ekonomiye döviz girer ve bu durum ulusal parayı değerli kılarak, ticaret dengesinin ülke aleyhine dönmesine yol açar. Bu nedenle, iki ölçütün de optimum
düzeyde kullanılması kaçınılmazdır. Ancak, her iki ölçütün de bir ortak tabanı bulunmaktadır, o da ekonominin genel verimlilik düzeyidir.
*** Maliye politikası araçlarını kaç kategoride tasnif edebilirsiniz?
Maliye politikası araçları, dar anlamda maliye politikası araçları ve geniş anlamda maliye politikası araçları olmak üzere tasnif edilebilir. Dar anlamda maliye politikası araçları bütçe gelir ve harcama kalemlerinden oluşur. Özellikle bütçedeki kamu yatırım kalemleri önemli bir araçtır. Bütçenin dışında kamu iktisadî teşebbüsleri ya da fonlar gibi gelir ve harcama akımlarında yer alabilen kamusal kuruluşlar da geniş anlamda maliye politikası araçları olarak görülürler.
*** Maliye politikası uygulamasında etkili sonuç alabilmek için ekonomide hangi veriler dikkate alınmalıdır?
Maliye politikalarının bir ekonomide etkili olabilmesi için, müdahalelerin zamanlamasının iyi
yapılması, müdahale dozunun optimal olması ve müdahalenin uygun alan üzerinde yapılması gerekir.
Bu kurallara uyulmadığı sürece ya müdahale etkisiz kalarak kaynaklar israf edilmiş olur ya da
müdahale istenenden tam ters sonuç veriyor olabilir. Örneğin, bir kriz döneminde yapılacak
müdahalede geç kalınırsa krizin etkileri ağır olabileceği gibi, ekonomi zaten krizden dönme
durumunda olabileceğinden, depresyonu önleme politikası enflasyonist baskılara yol açıyor olabilir.
Ünite 2:
*** Maliye Politikasının Makroekonomik Temelleri
*** Marjinal Tüketim Eğilimi: Kullanılabilir kişisel gelirdeki değişikliğin tüketim miktarında meydana getirdiği değişikliktir.
*** Kamu Harcamaları Çarpanı: Kamu harcamalarında meydana gelen değişikliğin gelir düzeyinde meydana getirdiği değişikliği ölçmek için kullanılan katsayıdır.
*** Transfer Harcamaları Çarpanı: Transfer harcamalarındaki bir değişikliğin gelir düzeyinde yarattığı değişmeyi gösteren katsayıdır.
*** Vergi Çarpanı: Vergilerde meydana gelen değişikliğin gelir düzeyinde yarattığı değişmeyi ölçen katsayıdır.
*** Denk Bütçe Çarpanı: Eşit miktardaki vergi artışı ile finanse edilen kamu harcamalarının, gelir düzeyinde, artan kamu harcamalarına eşit miktarda bir artış yaratması durumudur.
*** Marjinal İthalat Eğilimi: Gelir düzeyinde meydana gelen değişikliğin ithalat miktarında meydana getirdiği değişikliktir.
*** IS Eğrisi: Planlanan harcamalarla üretim düzeyinin eşit olduğu denge noktalarında gelir ile faiz oranı arasındaki ilişkiyi gösteren eğridir.
*** LM Eğrisi: Para arzı ile para talebinin eşit olduğu denge noktalarında gelir ile faiz oranı arasındaki ilişkiyi gösteren eğridir.
*** Toplam Talep Eğrisi: Bir ekonomide mal ve para piyasalarının eşanlı olarak dengede olduğu fiyat düzeyi ve çıktı miktarı bileşimlerini gösteren eğridir.
*** Toplam Arz Eğrisi: Firmaların, verili her fiyat düzeyinde, arz etmek istedikleri toplam çıktı miktarını gösteren eğridir.
*** Keynesyen Toplam Arz Eğrisi: Ekonomi ciddi bir durgunluk içerisinde iken, mevcut fiyat düzeyinde talep edilen bütün malların firmalar tarafından arz edileceğini gösteren yatay toplam arz eğrisidir.
*** Klasik Toplam Arz Eğrisi: Tam istihdam düzeyinde fiyat ne olursa olsun aynı miktarda mal üretileceğini gösteren dikey toplam arz eğrisidir.
*** Toplam Arz Eğrisinin Orta Alanı: Ekonomi tam istihdama yaklaşırken fiyatlarla üretilen mal miktarı
arasında pozitif bir ilişki olduğunu gösteren toplam arz eğrisidir.
Amaçları
*** Kamu harcamaları ve kamu gelirlerinde meydana gelen değişikliklerin gelir düzeyinde nasıl bir etki yarattığını açıklamak.
Bir ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin bir bölümü devlet tarafından kamu hizmeti vermek veya kamu yatırımı yapmak amacıyla satın alınır. Kamu harcamalarında ortaya çıkan artış toplam talebi arttırmakta, vergiler ise toplam talebi düşürmektedir. Kamu harcamalarındaki T1’lik bir artış, gayri safi milli hasılanın denge değerinde kadarlık bir artış meydana getirmektedir. Bazı kamu harcamaları ise transfer niteliğindedir ve bu harcamalardaki T1’lik bir artış milli gelirde kadar artışa yol açar.
Gelirden bağımsız olarak alınan vergilerdeki T1’lilk bir artış milli gelirde kadar azalışa yol açar.
Gelire bağlı olarak alınan vergiler ise çarpan değerini düşürerek, harcamaların milli gelir üzerindeki pozitif etkisini düşürür ve çarpan değeri biçimini alır. Dışa açık ekonomiler başka ülkelere mal satar ve
başka ülkelerden mal satın alırlar. Bir ülkenin ihracatı, mal sattığı ülkenin geliri ile doğrudan bağlantılıdır. İthalatı ise kendi gelirine bağlıdır ve bir ülkede gelir arttıkça dışarıdan daha fazla mal satın alır. Bu durumda uygulanan maliye politikaları milli hasılanın parasal değerini etkilerken, bunun sonucunda dış ticaret açığı etkilenir. Ülkenin geliri artarken, marjinal ithalat eğilimine (m) bağlı olarak ithalat da artar ve bu durumda çarpan değeri biçimini alır. Bu çarpan değeri ithalatın olmadığı çarpan
değerinden daha küçüktür. Yani açık ekonomilerde kamu harcamalarındaki artış, milli geliri kapalı ekonomilerdekine göre daha az arttırır.
*** Bir ekonomide mal piyasası yanında para piyasası da dikkate alındığında çarpan mekanizmasının nasıl etkilendiğini açıklamak.
Para piyasası, denge gelir düzeyinin belirleyicilerinden birisidir. Faiz oranı, para arzı ve para talebinden doğrudan etkilenmektedir. Para piyasasının temel unsurlarından birisi para talebidir. Para talebi gelirin ve faiz oranının fonksiyonu olarak ifade edilir. Faiz oranı arttıkça paraya olan talebin
azaldığı varsayılır. Çünkü parayı elde tutmanın fırsat maliyeti faiz geliridir. Yani, parayı elde tutmak bireyleri faiz gelirinden yoksun bırakır. Diğer yandan, mal ve hizmet satın almak için bireyler elde para tutmak isterler. Bu yüzden de gelir arttıkça, bireyler mal ve hizmet satın almak için elde daha fazla para tutmak isterler. Gelir düzeyi ve faiz oranları bileşimlerini gösteren LM eğrisi para piyasasındaki denge noktalarını gösterir. Mal piyasasını temsil eden IS ve para piyasasını temsil eden LM beraber
ele alındığında, yani mal ve para piyasalarında eşanlı denge olması halinde çarpan değeri daha küçüktür. Çünkü harcamalarda meydana gelen artış gelir düzeyini arttırırken, artan gelir dolayısıyla faizler artar ve yatırımlarda meydana gelen azalma gelir düzeyini düşürür. Bundan dolayı da mal ve
para piyasalarının eşanlı dengesinde çarpan değeri en fazla Keynesyen çarpan kadar olur. Bu da likidite tuzağı durumunda olduğu gibi LM eğrisinin yatay olması durumunda olur. Bu durumda, artan
kamu harcamaları faizi etkilemeyip tamamı milli gelir artışına yansır.
*** Toplam talepte ve toplam arzda değişiklik yaratan faktörlerin neler olduğunu değerlendirmek.
Toplam talep eğrisi, bir ekonomide mal ve para piyasalarının eşanlı olarak dengede olduğu fiyat düzeyi ve çıktı miktarı bileşimlerini gösterir. Toplam talep eğrisi negatif eğimlidir. Toplam arz eğrisi, verili her fiyat düzeyinde firmaların arz etmek istedikleri toplam çıktı miktarını gösterir ve normal bir
ekonomik işleyişte arz eğrisi pozitif eğimlidir. Toplam talep eğrisinin negatif eğimli olması üç nedenle açıklanır. Refah etkisi, fiyat düzeyinin düşmesiyle para ve diğer varlıkları elinde tutan bireylerin
kendilerini daha zengin hissederek daha fazla harcama yapacaklarını ifade eder. Uluslararası etki, yurt içi fiyatlarla diğer ülke fiyatlarının nispi değişmelerine ilişkindir. Döviz kuru sabit iken, fiyat düzeyinin
düşmesi halinde yurtiçi malların fiyatları diğer ülke mallarının fiyatlarına göre ucuzlamış olur. Tersine yabancı ülke malları da nispi olarak daha pahalı hale gelir. Bu durumda, fiyat düzeyi düşen ülkenin ihracatı artar ve ithalatı azalır. Faiz etkisi ise para arzının değişmediği varsayımı altında fiyat düzeyinin düşmesi halinde reel para arzının artmasıyla ilgilidir. Reel para arzının artması sonucu faiz oranları düşeceğinden, yatırım harcamaları ve dolayısıyla toplam talep artacaktır. Uygulanan maliye ve para politikaları dışında da ekonomideki bazı değişmeler toplam talebin kaymasına neden olabilir (örneğin, kredi kartı kullanımının yaygınlık kazanması gibi). Toplam arz eğrisinin pozitif eğimli olması belirli bir
üretim kapasitesinden sonra artan marjinal maliyetlerden kaynaklanır. Bu durumda talepteki artışın bir kısmı arz artışına, bir kısmı da fiyat düzeyine yansır. Ancak, fiyatlar sadece talep değişmelerinden etkilenmez. Talep dışındaki herhangi bir nedenle de fiyatlarda değişmeler olabilir ve arz etkilenebilir.
*** Toplam arz eğrisinin durumuna göre maliye ve para politikalarının üretim ve fiyat düzeyleri üzerindeki etkilerinin neler olduğunu analiz etmek.
Ekonomik istikrar amacıyla uygulanan talep yönetimi politikalarının etkisi arz eğrisinin konumuna bağlı olarak değişecektir. Uygulanacak maliye ve para politikalarının milli gelir ve fiyat düzeyi üzerindeki etkisi, toplam arz eğrisinin üç alanında farklılaşmaktadır. Keynesyen alanda kamu
harcamaları ile artan toplam talep fiyatları etkilememekte, sadece çıktı ve istihdam artmaktadır.
Keynesyen varsayımlar altında para arzındaki artış da benzer bir sonuç yaratacaktır. Ancak, bu sonuçların ortaya çıkmasının dışlama etkisi olmaması halinde mümkün olabileceği dikkate alınmalıdır.
Klasik varsayımlar altında ise ekonomi tam istihdamda dengede olduğu için toplam arz eğrisi diktir.
Buna göre fiyat ne olursa olsun toplam arz değişmeyecektir. Keynesyen ve klasik yaklaşımın önerdiği aşırı uçlar dışında, tam istihdamın altında, ancak ona yakın bir orta alandan söz etmek de mümkündür. Bu alanda ortaya çıkan talep artışının bir kısmı fiyatlara yansırken, bir kısmı da çıktı ve
gelir düzeyini arttırmaktadır.
*** En son harcadığınız parayı hatırlamaya çalışınız. Bu parayı kimin aldığını ve ne yapacağını dikkate alarak, yaptığınız harcamanın çarpan etkisini açıklayınız.
Bir bireyin öğle yemeğini dışarıda yediğini düşünelim.
Restoran sahibi kazandığı para ile marketten et alabilir.
Market sahibi ise kazandığı para ile sinemaya gidebilir.
Bir gün içerisinde meydana gelebilecek olan bu üç harcama en başta yemeğe çıkarak para harcayan bireyin harcaması ile başlamış olmaktadır. Elbette birden fazla harcama yaptığımızı ve her para kazanan bireyin bir miktar tasarruf yaptığını varsayarsak, bizden başlayan harcama süreci bir süre sonra bitecektir. Ayrıca her işlemde bir miktar dolaylı vergi ödediğimizi de düşünürsek, harcama süreci daha da kısalmış olacaktır.
*** Mal ve para piyasalarındaki eşanlı dengeyi dikkate alarak kamu harcamaları ve para arzında meydana gelen artışların çarpan etkilerini açıklayınız.
Kamu harcamaları yapıldığı anda mal ve hizmet talebi yarattığından gelir düzeyi üzerinde arttırıcı etki yaratacaktır. Artan gelir nedeniyle paraya olan talep artacağından faizler artacak ve faize bağlı özel harcamalarda bir miktar azalma olacaktır. Bu azalma harcamaların faize olan duyarlılığına bağlıdır.
Benzer şekilde para arzı artışı, faizleri düşüreceğinden harcama artışına neden olacak ve gelir düzeyi yükselecektir. Artan gelir düzeyi nedeniyle faizlerin bir miktar artması sonucu faize duyarlı harcamalarda bir miktar azalma meydana gelecektir. Dolayısıyla kamu harcamaları ve para arzı faize duyarlı harcamalar nedeniyle daha az genişletici etki yaratacaktır.
Toplam arz ve toplam talep eğrilerinin fiyat düzeyi 10 ve çıktı düzeyi 100 olacak şekilde bir denge noktasında kesiştiğini varsayınız. Fiyatların 5’e düşmesi ve 15’e çıkması halinde denge noktalarının nasıl oluşacağını açıklayınız.
Fiyatların 5’e düşmesi bir talep fazlası ortaya çıkaracaktır. Çünkü daha düşük fiyatlarda talep artarken, arz düşecektir. Fiyatların 15’e çıkması durumunda ise arz fazlası ortaya çıkacaktır. Çünkü, yüksek
fiyatlardan daha fazla mal arzeden firmalara karşılık, artan fiyatlar nedeniyle mal satın almak isteyen birey sayısı azalmaktadır. Eğer (10,100) bileşimi ekonomideki istikrarlı bir denge noktası ise fiat ve miktar tekrar bu noktaya gelecektir.
*** Toplam arz eğrisinin üç alanını dikkate alarak, kamu harcamalarındaki bir artışın etkisini açıklayınız.
*** Beklentiler konusundaki varsayımlar toplam arz eğrisinin eğimini nasıl etkiler?
Kamu harcamaları arttığında, ekonomi düşük kapasitede üretim yapıyorsa fiyatlar artmadan kapasite kullanım oranları artarak üretim artmış olacaktır. Ancak ekonomi tam istihdam düzeyinde ise kamu
harcamalarındaki artış sadece fiyatları yükseltecek ve üretimde değişiklik yaratmayacaktır. Arz eğrisinin pozitif eğimli olduğu orta alanda ise kamu harcamaları kısmi bir dışlama etkisi yaratarak fiyatları bir miktar arttıracağından, üretim artışı sınırlı olacaktır. Beklentilerin olumlu olması halinde kapasite kullanım oranları yüksek olacak ve verili fiyat düzeyinde daha fazla mal arz edilecektir.
Ünite 3:
****** Maliye ve Para Politikalarının Nispi Etkinliği
*** Net ihracat: Toplam talebe ticaret yapılan ülkelerin katkısıdır.
*** Net ithalat: Ticaret yapılan ülkelerin toplam talebine yapılan katkıdır.
*** Sabit döviz kuru sistemi: Merkez Bankası’nın belirlenmiş bir kur üzerinden döviz alım satımı yapmasıdır.
*** Esnek döviz kuru sistemi: Döviz kurunun döviz arz ve talebini eşitleyecek şekilde piyasada belirlenmesidir.
*** Sterilizasyon: Parasal taban üzerinde yabancı para girişinden kaynaklanan etkilerin nötr hale getirilmesidir.
*** Devalüasyon: Döviz kuru ayarlaması yoluyla paranın değerinin düşürülmesidir.
Amaçları
Bir ekonomide maliye ve para politikalarının nispi etkinliğinin önemini ayırt edebilmek.
Bir ekonomide devlet, milli gelir düzeyini etkilemek için kamu harcamaları ve gelirlerinde birtakım değişiklikler gerçekleştirerek maliye politikasını; para arzında birtakım değişiklikler ger çekleştirerek de para politikasını kullanabilir. Bu konu 1929 Ekonomik Buhranı’ndan bu yana en hararetli tartışma konularından biridir. Ancak, ülkeler arasında ticari ilişkilerin gelişmesi, mal ve sermaye dolaşımının artması ve son ekonomik krizin etkilerinin global kamusal zarar olarak görülmeye başlaması ile
birlikte tartışma maliye ya da para politikalarının nispi etkilerinin sadece belli bir ülkedeki etkilerinden ülkeler arası etkilerine kaymıştır.
*** Kapalı bir ekonomide Keynesyen ve monetarist görüşler çerçevesinde maliye ve para politikalarının nispi etkinliğini açıklamak.
Maliye politikası, IS eğrisi dik veya LM eğrisi yatık, yani, yatırım talebinin faiz esnekliği sıfır ve spekülasyon amacıyla para talebinin faiz esnekliği sonsuz olduğu durumda etkindir. IS eğrisi yatıklaştıkça veya LM eğrisi dikleştikçe maliye politikasının etkinliği azalır. Para politikası, IS eğrisi
yatık veya LM eğrisi dik, yani, yatırım talebinin faiz esnekliği sonsuz ve spekülasyon amacıyla para talebinin faiz esnekliği sıfır olduğunda etkindir. IS eğrisi dikleştikçe veya LM eğrisi yatıklaştıkça para politikasının etkinliği azalır.
*** Açık bir ekonomide Keynesyen ve monetarist görüşler çerçevesinde maliye ve para politikalarının nispi etkinliğini değerlendirmek.
Maliye politikasının etkinliği ile döviz kuru sistemi arasında, para politikasının etkinliği ile döviz kuru sistemi arasında olduğu kadar kesin bir ilişki yoktur. BP eğrisinin LM eğrisinden daha dik olduğu durumda genişletici maliye politikası, belli bir döviz kurunda, ödemeler dengesi açığı yaratır. Esnek döviz kuru sistemi altında, Merkez Bankası müdahalesine gerek yoktur. Döviz piyasasının tekrar dengeye dönmesi için döviz kurunun artması gerekir. BP ve IS eğrileri sağa kayarak kamu harcamaları
artışıyla ortaya çıkan genişletici etkiyi pekiştirir. Bu durumda, genişletici maliye politikasının gelir düzeyine etkisi, sabit döviz kuru sisteminde olduğundan daha büyüktür. Genişletici para politikası sonucu gelir düzeyindeki artış, sabit döviz kuru sistemine kıyasla esnek döviz kuru sistemi altında daha yüksektir. Çünkü, döviz kuru artışı, ihracatı arttırarak ve ithalat talebini kısarak, gelirin daha da fazla artmasını sağlar. Bu nedenle, para politikası, sabit döviz kuru sistemine kıyasla esnek döviz kuru sisteminde daha etkili bir ekonomi politikası aracıdır.
*** Günümüzde ekonomik dengenin sağlanmasında maliye ve para politikalarının nispi etkinliği konusu önemini korumakta mıdır?
Bir ekonomide ekonomik istikrarın gerçekleştirilmesinde para ve maliye politikalarının nispi etkinliği tartışması 1929 Dünya Ekonomi Krizi’nden bu yana güncelliğini korumaktadır. Ülkeler arasındaki ticari ilişkilerin gelişmesi ve mal ve sermaye dolaşımının artması ile birlikte, belli bir ülkede ya da bölgede meydana gelen bir ekonomi sorunu giderek daha fazla ülkeyi etkilemeye başlamış ve maliye ve para politikalarının nispi etkinliği konusu sadece belli bir ülkedeki etkilerinden (kapalı ekonomi) ülkeler arası etkilerine (açık ekonomiye) kaymıştır. Ancak, artık tartışmalar daha çok ortaya çıkan ekonomi sorununun doğasına uygun maliye ve para politikaları bileşiminin ne olması gerektiği üzerinde
yoğunlaşmaktadır.
*** Spekülasyon amacıyla para talebi faiz esnekliğinin sonsuz olduğu durumda, maliye ve para politikalarının nispi etkinliklerini açıklayınız.
Keynesyenlere göre, monetaristlerin savunduğu gibi para arzını arttırmak suretiyle faiz oranını düşürerek yatırımları ve dolayısıyla gelir düzeyini arttırmak, faiz oranı yatırım yapmayı cazip olmaktan çıkaran belli bir düzeye indikten sonra, mümkün değildir. Likidite tuzağının geçerli olduğu bu faiz oranında, spekülasyon amacıyla para talebinin faiz esnekliği sonsuzdur (LM eğrisi yatay).
Bu durumda, ekonominin canlanacağına dair beklentileri olmadıkça, yatırımcılar yatırım yapmaktan kaçınır ve tüketiciler fiyatların daha da düşeceği beklentisiyle tüketimlerini erteler. Dolayısıyla, para
arzını arttırmak faizi düşürmez. Bu faiz oranında, elde para tutmanın alternatif maliyeti düşük olduğu için, para arzı artışı sadece yatırımcıların spekülasyon amacıyla elde tuttuğu para miktarını arttırır. Bu nedenle, para politikası etkin değildir.
Bu durumda, Keynesyenlere göre, ancak hükümetin maliye politikası yoluyla insanlara doğrudan satın alım gücü aktarması halinde, yatırımlar ve gelir düzeyi artar.
*** BP eğrisini sağa kaydıran hallerde, dış ödemeler dengesini korumak için neden daha yüksek bir gelir düzeyine ihtiyaç duyulduğunu açıklayınız.
Döviz kurundaki artış, yabancıların gelirindeki artış veya yabancı faiz oranındaki düşüş, BP eğrisini sağa kaydırır. Ülkeye sermaye girişini sabitleyen belli bir faiz oranında, daha yüksek bir döviz kuru, dış
ödemeler dengesini korumak için daha yüksek bir gelir düzeyini gerektirir. Çünkü, daha yüksek döviz kuru ihracatı arttırıcı, ithalatı azaltıcı etki yapar. Bu durumda, dış ödemeler dengesini korumak için ithalat talebini özendirecek şekilde daha yüksek gelir düzeyine ihtiyaç vardır.
Benzer şekilde, yabancıların gelirinin artmasına bağlı olarak ihracat talebindeki bir artış ya da ithalat talebindeki bir düşüş BP eğrisini sağa kaydırır. Ülkeye sermaye girişini sabitleyen belli bir faiz oranında, ihracatın artması halinde, dış ödemeler dengesine tekrar dönmek için daha yüksek bir gelir düzeyine ve dolayısıyla ithalata ihtiyaç vardır. Bu durumda BP eğrisi sağa kayar. Nihayet, yabancı faiz oranındaki bir düşüş de BP eğrisini sağa kaydırır. Belli bir yerli faiz oranında, yabancı faiz oranının
düşmesi halinde ülkeye sermaye girişi olur. Bu durumda da dış ödemeler dengesinin sağlanması için, ithalatın artması ve dolayısıyla gelir düzeyinin yükselmesi gerekir.
Ünite 4:
*** İdari Politikalar ve Otomatik İstikrar Sağlayıcılar
*** İradi Maliye Politikaları: Bir ekonomide talebi yönlendirmek veya istikrar sağlamak amacıyla siyasal otoritenin iradi kararlar almasıdır.
*** Tanıma gecikmesi: Bir ekonomide herhangi bir sorunun ortaya çıkışı ile bir mali işlem için harekete geçme kararı arasındaki gecikmedir.
*** Uygulama gecikmesi: Bir maliye politikası paketi için harekete geçme anı ile bu paketin uygulamaya başlanması arasındaki gecikmedir.
*** Tepki gecikmesi: Bir maliye politikası işleminin uygulanmaya konulması ile beklenen sonucu vermesi arasındaki gecikmedir.
Otomatik istikrar sağlayıcılar: Hiçbir iradi karara gerek kalmadan durgunluk döneminde bütçe açığı veya enflasyon döneminde bütçe fazlası yaratarak ekonomide istikrar sağlayan mekanizmalardır.
İşsizlik Sigortası: Çalışanların ilgili fona prim ödemesi, işini kaybedenlerin ise bu fondan işsizlik tazminatı alması biçiminde tasarlanmış sosyal koruma programıdır.
*Amaçları
Bir ekonomide istikrar amacıyla uygulanabilecek olan iradi politikaların başarısının hangi faktörlere bağlı olduğunu açıklamak.
Bir ekonomide istikrar amacıyla uygulanabilecek maliye politikaları iki şekilde düşünülebilir. İradi maliye politikaları ve otomatik istikrar sağlayıcılar. İradi maliye politikaları, bir ekonomide istikrarı
sağlamak amacıyla iradi kararlar alınması, otomatik istikrar sağlayıcılar ise kamu harcamaları ve vergilerin esnek tasarlanarak değişen ekonomik koşullarda otomatik olarak değişimlerinin sağlanmasıdır. İradi politikalar, bir ekonomik sorunun ortaya çıkmasıyla gündeme geldiği için,
ekonomik tahminlerin doğruluğu büyük önem taşımaktadır. Örneğin, talep yetersizliğinden değil de maliyet kaynaklı bir enflasyon varsa talep daraltıcı maliye politikaları, enflasyonu düşürmek yerine talebi daha da daraltacaktır. Ekonomik tahminler doğru yapılsa bile, bu doğru tahminin zamanında yapılması, iradi kararların zamanında alınması ve uygulanan ekonomik programın beklenen zamanda ve büyüklükte sonuç vermesi gerekir. Gecikmelerin hafifletilmesi ve beklenen düzeyde etkinin ortaya
çıkması için kamu harcamalarının değişik kalemlerinin muhtemel etkileri ve süresi ile değişik vergilerin etkisi ve süresine ilişkin çalışmaların yapılması uygulanan politikaların başarı şansını arttıracaktır.
Kamu harcamaları ve kamu gelirlerinde otomatik olarak ortaya çıkan değişmelerin ekonomide istikrar sağlayıcı olup olmadığını değerlendirmek.
Tahminlerdeki yanılma ve gecikmeler sorunundan dolayı, iradi maliye politikaları yerine otomatik istikrar sağlayıcı mekanizmalar kullanılabilir.
Otomatik istikrar sağlayıcılar, hiçbir iradi karara gerek kalmadan durgunluk döneminde bütçe açığı veya enflasyon döneminde bütçe fazlası yaratarak ekonomide istikrar sağlayan mekanizmalardır. Daralma ve genişleme döneminde, kamu harcamaları ve vergilerdeki otomatik değişmeler konjonktür dalgalanmalarını hafifletebilir. Kamu harcamalarının
gelir düzeyine duyarlılığı daha az olduğundan, istikrar sağlayıcı özelliği vergilerden daha düşüktür.
Otomatik istikrar işlevi en güçlü olan kamu harcaması kalemi işsizlik tazminatıdır. Durgunluk döneminde işsiz kalan insanlar bir miktar işsizlik tazminatı alırken, bu ödemeler daralan talebin bir kısmını telafi eder. Vergilerin otomatik istikrarlandırıcı bir fonksiyona sahip olması için öncelikle esnek bir vergi sisteminin yapılanmış olması gerekmektedir. Bir vergi sistemi içinde çeşitli vergilerin esneklikleri birbirinden farklıdır. Bir sıralama yapmak gerektiğinde esnekliği en yüksek olan vergiler
kişisel gelir vergileridir. Bunu kurumlar vergisi ve tüketim vergileri izler. Servet vergilerinin ise otomatik istikrar sağlayıcı olarak herhangi bir etkiye sahip olmadıkları söylenebilir.
*** Formül esnekliğinin özelliklerinin ve istikrar açısından öneminin ne olduğunu açıklamak.
Formül esnekliği yöntemi iradi maliye politikaları ile otomatik istikrar sağlayıcıların sakıncalarını gidererek, bu yöntemleri bir uyum içinde çalıştırmak üzere geliştirilmiş bir yöntemdir. Formül esnekliği yönteminde bir ekonomide ekonomik yapı ile ilgili göstergeler belli bir değeri aşınca türü ve büyüklüğü önceden saptanmış olan birtakım önlemler otomatik olarak devreye girmektedir. Formül esnekliği yöntemi ekonomik istikrarsızlıklara kısa sürede cevap verebilmesi bakımından son derece
önemli bir yöntem olarak değerlendirilmektedir. Ancak, ekonomik yapıya ilişkin sorunların doğru teşhis edilmesi ve doğru araçlarla müdahale edilebilmesi sorunları formül esnekliğinin etkinliğini azaltırken, uygulamasının da çok sınırlı olmasına yol açmaktadır.
Bir ekonomide istikrarın sağlanmasında iradi makro politikaları ve uzun dönemli mali kuralları karşılaştırmak..
Ekonomik açıdan bakıldığında, iradi politikaları savunanlar ekonomik sorunların çözümünde kuralların etkin olmayacağını, çünkü ekonomik olayların dinamik karakteri nedeniyle uzun dönemde kesin
kuralların konulamayacağını savunmaktadırlar. Kural taraftarları ise tahminlerin zorluğu ve gecikmeler sorunundan dolayı iradi politikaların başarılı olamayacağını savunmaktadırlar. Siyasi açıdan iradi politikaları savunanlar, siyasal olarak hesap verme durumunda olan kurumun siyasal
iktidar olduğunu ve uygulamaların kurallara bağlanmasının iktidarın hareket alanını daraltacağını öne sürerler. Kuralları savunanlar ise belirli kuralların olmaması halinde, seçim dönemlerinde hükümetin,
oylarını arttırmak için ülkenin ekonomik gerçekleri ile uyumsuz kısa dönemli politikalara yönelebileceğini öne sürerler.
Her iki yaklaşımın kaygıları bir ölçüde esnek kurallar ile giderilmeye çalışılmaktadır. Ekonomik dalgalanmalardan dolayı zaten mümkün olmayan sabit bir hedef yerine, konjonktüre uyarlanan bir
formül çerçevesinde kural konulması daha gerçekçi bulunmaktadır.
*** Doğru politikalar uygulandığı halde gecikmeler sorunundan dolayı ekonomi nasıl istikrarsızlığa sürüklenebilir?
İradi politikaların uygulanması halinde, doğru politikalar uygulansa bile, sorunun tahmininde gecikmeler olabilir. Örneğin, ekonomide durgunluk belirtileri olduğu halde, bunun geçici veya sürekli olacağına dair tahminler ancak bazı göstergelerin kesinleşmesi ile mümkündür. Ayrıca, doğru
zamanda ve doğru tahmin yapılsa bile, ortaya çıkan soruna yönelik politika paketlerinin hazırlanması, yürürlüğe girmesi ve bu politikalardan beklenen sonuçların alınması zaman alabilir. Kamu harcamaları ve vergi uygulamalarının ekonomi üzerinde etki yaratması belirli bir süre geçtikten sonra mümkün olabilmektedir.
Türkiye’de kişisel gelir vergisinin otomatik istikrar sağlayıcı niteliği teorik değerlendirmelerde belirtildiği üzere yüksek düzeyde midir?
Türkiye’de kişisel gelir vergilerinin toplam vergi gelirleri içerisindeki payı düşüktür. Vergi gelirlerinin yaklaşık üçte ikisi dolaylı vergilerden oluşmaktadır. Bu yüzden otomatik istikrar sağlayıcı özelliğe sahip
vergiler, toplam vergi gelirleri içerisinde az bir paya sahiptir. Ayrıca kişisel gelir vergilerinin çok önemli bir kısmı (yaklaşık %85’i) stopaj (kaynakta kesme) yöntemiyle tahsil edilmektedir. Türkiye’de kayıt dışı
çalışmanın yüksek olduğu (yaklaşık olarak toplam çalışanların yarısı), vergi kayıp ve kaçaklarının yaygın olduğu ve kişisel gelir vergisinin her çeşit kazancı kapsamada yetersiz olduğu bilinen bir gerçektir. Bütün bu nedenler, kişisel gelir vergisinin otomatik istikrar sağlayıcı etkisini azaltmaktadır.
*** Formül esnekliği yönteminin etkinliği artırılabilir mi?
Formül esnekliği yönteminin etkinliğini arttırabilmek için ekonomik sorunların doğru teşhis edilmesi ve müdahale araçlarının doğru belirlenmesi son derece önemlidir. Özellikle küreselleşme sürecinin de
etkisiyle ekonomik istikrarsızlık dinamiklerinin çeşitlenmesi sorunların doğru olarak belirlenmesini ve sorunlara doğru zamanda doğru araçlarla müdahale edilmesini güçleştirmektedir. Bu bağlamda formül esnekliği yönteminin etkinliğini arttırmanın çok kolay olmadığını söylemek mümkündür.
Örneğin, Türkiye’de 2010 yılında hazırlanan Mali Kural Tasarısı, küresel düzeyde yaşanan ekonomik kriz nedeniyle yasalaşamamıştır. Esnek de olsa belirli kurallara bağlanmış maliye politikalarının başarıyla uygulanabilmesi için ulusal ve uluslararası düzeyde nispi olarak istikrarlı bir ekonomik yapıya ihtiyaç vardır.
*** Bir ülkede ekonomik istikrarsızlığa rağmen siyasal istikrarın sağlanması mümkün müdür? Neden?
Bir ülkede ekonomik istikrar ile siyasal istikrar birbiriyle doğrudan bağlantılıdır. Ekonomik hedeflerin önemli bir boyutunun her zaman siyasal nitelikte olduğu bilinen bir gerçektir. Her kamu harcaması ve
toplanan her vergi belirli kesimlere yarar sağlarken, diğer bazı kesimlere yük getirir. İstikrara yönelik politikaların bir maliyeti vardır. Örneğin, enflasyonu düşürmeye yönelik politikalar genellikle daraltıcı
maliye ve para politikalarının uygulanmasını gerektirir ve her daraltıcı politika bazı kesimlerin gelirini düşürür. Bu maliyetin bölüşülmesi siyasal kararların içeriği ile belirlenir. Bu yüzden istikrar amaçlı ekonomik politikalar genellikle acı reçete olarak adlandırılır ve bu politikaların uygulanmasının ciddi siyasal sonuçları olabilir. Sonuç olarak, ekonomik denge ile siyasal denge karşılıklı bağımlılık içerisindedir. Birini diğerine tercih etmek kısa dönemde mümkün olsa bile, uzun dönemde ikisi eşanlı
olarak düşünülmediği takdirde, ciddi sorunlar yaşanabilmektedir. Siyasal otoritenin başarısı da büyük ölçüde bu dengeyi kurabilmekle mümkün olabilmektedir.
ÜNİTE -5-
ENFLASYON: Fiyatlar genel düzeyinin sürekli yükselmesi artmasıdır. Tüm fiyatların artması.
ENFLASYON NEDENLERİ : 2 ye ayrılır:
* Talep enflasyonu: toplam talebin artması sonucu fiyatların sürekli artışıdır.
Talep arzdan büyüktür.
* Maliyet enflasyonu: üretim maliyetinin artmasının sonucu olarak fiyatların sürekli artışıdır
Ücret fiyat spirali : ücret ya da fiyatlardaki bir artışın diğerini de uyararak enflasyona neden olmasıdır.
Örnek : fiyat artışı, ücret artışına yol açacak bu durum da üretim maliyetini artırarak tekrar fiyatları artıracaktır.
Yapısal enflasyon : az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde nitelikli eleman sermeye ya da ham madde kıtlıkları nedeniyle üretimin düşük olmasına bağlı olarak ortaya çıkan fiyat artışlarıdır.
ENFLASYON ETKİNLİKLERİ
* Satın alma gücünü azaltmaktadır.
(aynı zamanda gün geçtikçe daha az mal ve hizmet alınabilmesidir)
* Gelir dağılımını bozmaktadır
(en çok ücretli maaşlı çalışanlar etkilenir.Çünkü, bu kesimlerin gelir artışları enflasyonu geriden izlemektedir.
* Borç verenler
(enflasyon yükseldikçe borçlu lehine alacaklı aleyhine bir durum yaratır. Paranın değeri azdır)
* Fiyat sisteminin işlevini kaybetmesine neden olmaktadır
(enflasyonun yarattığı belirsizlik ortamı nedeniyle yatırımcılar uzun dönemli yatırımlardan kaçınma eğilimi içinde olacaktır.)
* Menü maliyetleri: enflasyon nedeniyle fiyatlarını arttıran firmaların fiyat etiketleri kataloglar gibi fiyatların duyurulduğu ortamları yenilemek zorunda kalmaları nedeniyle katlanmak zorunda kaldıkları maliyetlerdir.
* Enflasyon vergisi : devletin para basması sonucunda kişilerin elinde tuttukları paranın değerinin azalması sonucunda kişilerin tuttukları paranın değerini korumak için tüketimlerini azaltmalarıdır. Kişilerin elinde tuttukları paranın değeri düşerken devletin gelirleri artmış olur.
* Tarh etkisi
yüksek enflasyonun yaşandığı dönemlerde vergilerin tarh ve tahsili arasındaki sürenin uzaması vergi gelirlerinin reel değerinin azaltmaktadır. Tarh etkisi olarak tanımlanan bu durum devlet gelirlerini aşındırmaktadır. (ENFLASYON) Artan fiyatlar nedeniyle bir ülkenin ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatları, diğer ülkelerin ürettiğine oranla daha yüksek olacaktır. BU DURUM ithalatın artmasına ihracatın düşmesine neden olur. Yeteri kadar devalüasyon yapılırsa ihracat desteklenip ithalat zorlaşacaktır. ANCAK DEVALÜASYON : ithalat ürünlerinde ham madde, yarı mal gibi üretim girdileri yüksek olan ülkelerde, üretim maliyetleri artmaktadır. Bu durum ise yine fiyatları yükseltecektir.
SONUÇLAR : %2-3 gibi makul bir enflasyon oranı tutturulabilinirse yatırımın ve istihdamın artacağı savunulmaktadır.
* yüksek enflasyon sosyal huzursuzluklara yol açmakta, toplumda ahlaki erozyona güven ortamının bozulmasına çıkarcı davranışları artırmaktadır.
* gelir dağılımının bozulması, yoksullaşmanın artması gelecek kaygısının artması, sonucu insanlar toplumsal yaşama daha az katılmakta ve suç işlemeye yönelik eğilimleri artmaktadır.
ENFLASYONLA MÜCADELE VE
MALİYE POLİTİKASI
GÖRÜŞLER:
MONETARİSTLER: Enflasyonu parasal tabanın hızla büyümesine bağlarlar ve “her zaman ve her yerde parasal bir olgu olduğunu savunurlar.”
Sıkı para politikasını benimserler.
ARZ YANLI EKONOMİSTLER : Vergilerin; üretim, çalışma ve yatırım yapma konusunda olumsuz etkisinin olduğunu belirtir. Onlara göre; vergilerin düşürülmesi; üretimi, yatırımı teşvik edecek ve toplam arzın artmasıyla toplam talep fazlası ortadan kalkacak, böylelikle enflasyonla mücadele edilmiş olunacak.
POST KEYNESYENLER: Enflasyonu sınıfsal çatışma içinde görürler. Buna göre ; işçiler ve kapitalistler arasında milli gelirin bölüşümüne yönelik çatışma vardır. İşçiler ücret artışı talep ederken kapitalistler de ücret artış nedeniyle kar ‘ ın azalmasını engellemek için ürettikleri malların fiyatlarını arttıracaklardır. Bu durum da enflasyona yol açacaktır. Bu nedenle ücret ve fiyat oluşumunun denetlenmesi yani gelirler politikası uygulanmalıdır.
KEYNESYEN YAKLAŞIM: Enflasyonu, toplam talebin toplam arzdan fazla olmasına bağlı olarak ortaya çıkan bir sorun olarak görür.
– Bu durumda toplam talebin azaltılması ya da toplam arzın arttırılması gerekmektedir.Toplam arzın arttırılması gerekmektedir.
TOPLAM ARZ’IN arttırılması zor olmakla birlikte yeni yatırımlara bağlıdır. Bu da kaynak ve zaman gerektirdiği gibi üretimi sınırlayan yapısal engeller ortadan kaldırılmalıdır.
Toplam Arzı Arttırmak uzun vadede yapılacak bir işlemdir. Zor ve zaman alır.
Toplam Talep Yönetimi; Kısa vadede uygulanacak politikadır.Dolayısıyla;kısa vadede uygulanacak politika toplam talep yönetimi politikası olmalıdır.
MALİYE POLİTİKASININ ; toplam talep üzerindeki etkisine göre; kamu harcamaları ve kamu gelirlerindeki ayarlamaları ile enflasyonla mücadele mümkündür.BİLİNEN:Bütçe fazlasının ekonomi üzerinde daraltıcı etkisi bulunmaktadır. O halde enflasyon dönemlerinde maliye politikasının amacı bütçe fazlası vermek olmalıdır.
ENFLASYONLA MÜCADELE VE
KAMU HARCAMALARI
ikiye ayrılır :
1- Mal ve hizmet alımına yönelik kamu harcamaları,
2- Transfer harcamaları
1- Mal ve Hizmet Alımına Yönelik Kamu Harcamaları
a) Cari harcamalar
b) Yatırım harcamaları
* bunların her ikisinde de yapılacak bir kısıntı talebi azaltır.
*kamu harcamalarındaki artış milli geliri artırmaktadır.
*kamu harcamaları azalma milli gelirde azalış yaratacaktır.
*her iki harcama türü için çarpan katsayısı (1/1-C) olmaktadır.
*her iki harcama türünün uygulanabilirliği birbirinden farklıdır.
a) Cari Harcamalar :
*Devletin tüketim ve personel harcamalarıdır.
Tüketim harcamalarında kısıntıya gitmek kolay değildir. Çünkü eğitim, sağlık gibi kamu hizmetlerinin harcama kaleminde gerçekleştirilecek bir azalış/kısıntı uzun vadede olumsuz sonuçları olacaktır.
Tüketim harcamalarını diğer etkisi, ekonominin üretim kapasitesini değerlendirmesidir.
Kamunun tüketim harcamalarının kısılması üretim kapasitesinin eksik değerlendirilmesine üretken sektörde atıl kapasite sorununun ortay çıkmasına neden olacaktır.
*Cari harcamalar içinde önemli paya sahip personel harcamalarında kısıntıya gitmek çok güçtür. Çünkü personel memur gibi sabit gelirli bireylerin ücret ve maaşlarının alım güçlerinin azalmaması için en az enflasyon oranı kadar arttırılması gerekir. Yapılacak bir indirim dirençle karşılanacak ve politik güçlükler çıkaracaktır.
b) Yatırım Harcamaları.
* Kısıntıya gidilmesi en kolay harcama. Devletin yatırım planlarını durdurması veya vazgeçmesi kamunun dikkatini çekmeyecek ve bir dirençle karşılaşmayacaktır.
* Enflasyonla mücadelede; kısa dönemde toplam talebin azaltılması uzun dönemde ise toplam arzın arttırılması gerekmektedir.
Yatırım Harcamalarında, kısa dönemde toplam talebi artırırken, uzun dönemde toplam arzı artırmaktadır.
Bu nedenle yatırım harcamalarında kısıntıya gitmek kısa dönemde enflasyonla mücadelede hedefe uygun iken uzun dönemde hedefle çelişmektedir.
Yatırım Harcamalarında Kısıntıya Gidilmesinin,
anti-enflasyonist etkisinin, ancak bu harcama kaleminin devlet bütçesi içinde önemli paya sahip olduğu durumlarda mümkündür.
2- TRANSFER HARCAMALARI : Bu harcamalar, emekli, dul, yetim, öğrenci gibi ihtiyaç sahibi kesimlere yapılan harcamalardır.
* sosyal devlet anlayışının güçlü olduğu ve/veya transfer harcamalarının yeterli olduğu bir ekonomi için, transfer harcamalarında yapılacak kesintilerin ekonomideki enflasyonist baskıları azaltabileceği düşünülebilir. Ancak bu durum toplumsal adalet açısında doğru olmadığı açıktır.
Aksine, enflasyondan en çok etkilenen kesim oldukları için kesinti yapılmaması çok doğru olacaktır.
* Transfer harcamalarının işletmelere yönelik olarak yapılmasının amacı üretimlerini teşviketmektir.Bu harcamalar doğru bir şekilde yapılıyorsa bu harcamaların azaltılması işletmelerin üretimini ve toplam arzı olumsuz etkileyecektir.
ENFLASYONLA MÜCADELE VE
KAMU GELİRLERİ
Enflasyonist dönemlerde kamu ve vergi gelirlerini artırmak kişilerin elinde daha az gelirin kalması nedeniyle tüketim ve yatırımı (toplam talebi) azaltacaktır. Yani enflasyonist baskı azalacaktır.
KAMU GELİRLERİ
a) gelir vergileri ( artan oranlı gelir vergisi )
b) gider vergileri ( Dolaylı vergiler )
c) servet vergileri
d) kamu borçlanması
a) Gelir Vergileri : artan oranlı uygulanan gelir vergisi enflasyonla mücadele için oldukça elverişlidir.
* Enflasyonist dönemlerde bireylerin nominal geliri artmakta bu da bireylerin geliri bir üst vergi dilimine girmektedir. Bu vergi ile bireylerin elindeki harcanabilir gelir azalır ve toplam talep baskısı hafifler. Bu artan oranlı gelir vergisinin otomatik stabilizatör özelliğidir.
( Nominal Gelir : Gelirin para ile ifade edilen şekli, gelirin satın alma gücünü göstermez. )
( Reel Gelir : Gelirin belirli bir dönemdeki satın alma gücünü gösterir.)
* Artan oranlı gelir vergisi az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alındığı için toplumsal adalet ilkesine uygundur. Artan oranlı gelir vergisi enflasyonist dönemlerdeki gelir dağılımı adaletsizliğini azaltmak için uygundur.
* Artan oranlı gelir vergisi ile enflasyonla mücadele ve gelir dağılımında adaletin sağlandığı açıktır. Yani yüksek geliri olandan yüksek, düşük gelirli olandan düşük gelir vergisi alınır. Ancak; bu durum yüksek gelir sahiplerinin yatırım ve tasarrufu azaltmasına sebep olabilecektir. Bu durum da ekonomik etkinliği, sermaye ve büyümeyi olumsuz etkileyecektir. Kimi ekonomistler de yüksek geliri olandan daha az vergi alınmasının tasarruf ve yatırımı arttıracağını düşünmektedirler. Ancak yüksek gelirli girişimci sınıftan alınmayan vergiler yatırım ve tasarrufa değil de spekülatif yatırıma (örneğin: kişisel lüx yatırıma) kayıyorsa bu da ekonomik etkinlik açısından olumsuz olacaktır.
b) Gider Vergileri : Bu, mal ve hizmet alımının vergilendirilmesi yöntemidir. Bu yöntem mal ve hizmetlerin fiyatlarını arttıracak ve tüketimi azaltacaktır. Böylece toplam talep azalmış olacaktır.Dolaylı vergiler son derece etkin ve uygulanmaları kolay olduğu için idare tarafından da benimsenen vergilerdir.
c) Servet Vergileri : Enflasyonla mücadele açısından etkinliği çok azdır. Sebebi ise tabanın çok dar olması ve vergilerin toplam talep artışını yakından izlememesi nedeniyle enflasyonla mücadelede etkin değildir. SONUÇ OLARAK : Enflasyonla mücadele açısından en etkin vergi; dolaylı vergilerdir. Ancak bu verginin olumsuz yönü düşük gelirli kimseleri daha olumsuz etkilemesidir.
* Artan oranlı kişisel gelir vergisi; verginin bir kısmı tasarruflardan karşılandığı için dolaylı vergiler kadar olmasa da oldukça etkin vergilerdir.
* Servet vergileri ise; enflasyonla mücadele açısından bir etkinliği olmayıp daha çok toplumsal adaleti sağlamak için uygulanması önemlidir.
d) Enflasyon ve Kamu Borçlanması : 20 y.y. dan itibaren hem 1929 büyük bunalımın etkisi hem de keynesyen öğretisinin etkisiyle devletler gerektiği zaman borçlanma yoluna giderek ekonomiye müdahale etmişlerdir. Özellikle vergi gelirlerinin harcamaları karşılanmada yetersiz olduğu durumlarda kamu borçlanması ön plana çıkmıştır.
* Borç Yönetimi : Kamu borçlanmasının bütçeye olan maliyetini minimize etmek ve çeşitli makro ekonomik hedefleri gerçekleştirmek amacıyla kamu borçlarının miktar ve bileşimlerinin değiştirilmesidir.
* Devletin hangi kesimden borçlandığı ve aldığı borcu ne şekilde değerlendirdiği enflasyonist baskı açısından önemlidir.
DEVLET TEMELDE;
1) hane halkı ve firmalar
2) ticari bankalar
3) merkez bankasından
Bu üç kesimden borçlanabilir.
KÜRESELLEŞME, MALİYE POLİTİKASI VE ENFLASYONLA MÜCADELE
20.yy. sonlarından itibaren dünyada bir küreselleşme süreci başlamış ve ülkelerin bağımsız para ve maliye politikaları izleme olanağı azalmıştır. Bu durum hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler için geçerli olmuştur.
Örneğin: AB ülkelerinin kabul ettiği MAASTRİCHT kriterleri üye ülkelerin ekonomik göstergeleri üzerinde önemli sınırlamalar getirmektedir.
Dolayısıyla bu ülkelerin para ve maliye politikasında hareket serbestisi azalmıştır.
* Diğer taraftan, gelişmekte olan ülkelerdeki faiz oranlarının gelişmiş-merkez ülkelere oranla yüksek olması ülkeye sermaye girişini arttıracaktır. Kısa dönemli sermaye akışı gelişmekte olan ülkeye ilave harcama imkanı sağladığı için başlangıçta olumlu karşılanmaktadır.
Örneğin: Ülkenin kendi kaynakları ile başaramayacağı büyüme oranlarını gerçekleştirebilecektir. Ancak dış kaynak girişine bağlı ekonomik büyümenin bedeli genellikle artan finansal kırılganlık olmaktadır. Finansal kırılganlığın sürdürülemeyeceği algılandığında ülke dışına ani sermaye çıkışı olmakta ve ekonomik kriz çıkmaktadır.
Bu aşamada küresel sermayenin sıkı para ve maliye politikaları izlenmekte kamu dengesinin sağlanması öncelikli hedef olmalıdır. Dolayısıyla bu ülkeler açısından ekonomik koşulların gereği bağımsız bir ekonomi politikası uygulamak çok zorlaşmaktadır.
FİNANSAL EKONOMİ 6. ÜNİTE
HİSSE SENEDİ FİYATLARININ BELİRLENMESİ
Hisse (Ortaklık) senetleri, firmanın belli bir bölümüne ait mülkiyet ifade eder. Ortaklık senedini elinde bulunduran kişi, bu senedi ihraç eden kuruluşun gelecekteki kazancı (karı) üzerinde hak sahibidir. Bireyler, sigorta şirketleri, yatırım fonları ve emeklilik kuruluşları portföylerinde hisse bulundururlar ve genellikle gerçek değerinin altında değerlenmiş hisse senetlerini tercih ederler
Gerçek değer: Bir hisse senedinin olması gereken değeridir
Bir hisse senedinin değerine ilişkin hesaplamalar 3 model kullanılarak yapılır.
- Kar payı modeli
- Piyasa değeri/defter değeri modeli
- Fiyat/Kazanç oranı modeli
Kâr payı Modelleri
Kâr payı:Hisse senedi sahiplerine şirketin karından yapılan direkt ödemedir.
Bir şirket elde ettiği kârı iki biçimde kullanabilir :
- Kâr payı (temettü) adı altında hisse senedi sahiplerine (şirket ortaklarına) aktarır.
- Kâr ortaklara dağıtılmayarak firma bünyesinde tutulur.
Kâr payı, hisse senedi sahiplerine şirketin kârından yapılan direkt ödemedir. Dağıtılmayan kârlar firmanın değerini yükseltir. Çünkü bu kazanç ya firma içindeki projelere yatırılacak yada daha sonraki dönemlerde kar payı şeklinde ortaklara yönlendirilecektir
Firma değeri firmanın gelecekte elde edeceği kârın bugünkü değeri biçiminde hesaplanır.
PR1 PR2 PRn
Firma değeri = ¬¬¬——— + ———– + ……………… + ———-
1 + i (1 +i)2 (1+i)n
PR = Firmanın yıl sonunda elde edeceği kâr
i = Faiz oranı
n = Firmanın faaliyette bulunacağı yıl sayısı
Hisse senetlerinin sahip olduğu iki özellik, değerinin hesaplanmasında bazı güçlüklere yol açmaktadır. Bunlar;
- Hisse senedi ile gelecekte elde edilecek bir kazançtan pay alınmış olur. Gelecekte yapılması muhtemel bu ödemenin miktarı ise bugünden belli değildir.
- Hisse senetlerinde vade yerine kullanılan firmanın faaliyet süresi (n) belli değildir.
Bu güçlüklerin her ikisi de aslında gelecekteki kazancı tespit etme güçlüğüdür. Bu güçlük aşılır ve firma değeri tespit edilirse hisse senedi değerini hesaplamak çok kolaydır:
Hise değeri=Finans değeri
Söz konusu güçlükleri aşabilmek için bazı basitleştirici varsayımlar yapılır. Öncelikle dağıtılan kâr payının sonsuza kadar sabit olduğunu varsayarsak i>0 olduğu sürece hisse senedinin değeri şu şekilde hesaplanabilir :
D0 V = Hisse senedinin değeri
V = ——- D0 = Dağıtılan kâr payı
i i = faiz oranı
ÖRNEK : Bir firmanın dağıtacağı kâr payının 3.000 YTL’de sabit kaldığı varsayımı altında faiz oranı %15 iken söz konusu hisse senedinin gerçek değeri ne kadardır?
D0 D0 = 3.000 YTL
V = ———- i = 0,15
i V = ?
3.000
V = ———– = 20.000 YTL’dir
0,15
Dağıtılan kar payının sonsuza kadar sabit kalması söz konusu olmayacağı için, bu model gerçekçi sonuçlar vermez. Ancak daha sonraki modellerin anlaşılmasında temel teşkil eder.
Piyasa Değeri : Bir hisse senedinin piyasa koşulları atlında arz ve talebe göre belirlenmiş değeridir.
Defter Değeri : Firmanın muhasebe kayıtlarına göre ortaya çıkan değeridir. Defter değeri şirketin varlıkları ile borçları arasındaki farkın (Net Değerin), mevcut hisse sayısına bölünmesi ile bulunur.
Net Değer Varlıklar – Borçlar
Defter Değeri = ————– = ———————–
Hisse Sayısı Hisse Sayısı
Ø Tam etkin olarak çalışan piyasalarda hisse senedinin gerçek değeri ile piyasa değeri birbirine eşit olmalıdır.
Ø Piyasa değeri/Defter değeri oranı 1’den küçük ise hisse senedinin ucuz olduğu düşünülür. Dolayısıyla hisse senedinin alınması kârlıdır.
Ø Piyasa Değeri/Defter Değeri oranı 1’den büyükse hisse senedi pahalı olarak kabul edilir ve satış önerilir.
ÖRNEK : A şirketinin varlık değeri 400.000 YTL Borçlarının değeri ise 300.000 YTL’dir. Şirket sermayesi 1.000 hisseye bölündüğüne ve bir hisse senedinin son işlem fiyatı 50 YTL olduğuna göre Piyasa Değeri/Defter Değeri (PD/DD) ne kadardır?
Varlık – Borç 400.000-300.000
Defter Değeri = —————– = ——————— = 100 YTL
Hisse Sayısı 1.000
50
PD/DD = ———- = 0,5
100
Bulunan değer 1’den küçük olduğu için bu hisse senedinin alınması önerilir.
3- Fiyat/Kazanç Oranı Modeli
Bu model çok basit bir model olduğu için, hisse senedi değerlendirilmesinde en çok kullanılan yöntemdir. Fiyat/Kazanç Oranı (P/E) hisse senedinin cari piyasa fiyatının hisse başına kazanç değerine bölünmesi ile bulunan değerdir.
Piyasa Değeri
P/E = ————————-
Hisse başına kazanç
Yatırımcılar elde tutma dönemleri için bekledikleri getiriyi belirledikten sonra bu değeri P/E oranı ile çarparak hisse senedinin gerçek değerini hesaplar
P
V = Ee . —— Ee = Hisse senedini elde tutma döneminde beklenen kazanç
E
ÖRNEK: X şirketine ait fiyat/kazanç oranı 2,5 olarak hesaplanmıştır. Bu hisse senedinden önümüzdeki yıl için beklenen kazanç hisse başına 1,5 YTL ise hisse senedinin gerçek değeri ne kadardır?
P
Ee = 1,5 TL V = Ee . —– V = 1,5 x 2,5 = 3,75 YTL’dir
P/E = 2.5 E
V = ?
HİSSE SENEDİ FİYATLARININ BELİRLENMESİ
Hisse senedi fiyatları da genel olarak geleneksel arz ve talep mekanizması içinde belirlenir. Ancak fiyatlar belirlenirken hisse senedinin taşıdığı risk (Bekleyişler) ve bu riskle ilgili kamuoyunun bilgilenme derecesi çok önemlidir. Doğal olarak şirket riskini en düşük olarak gören kişi hisse senedine en yüksek fiyatı ödemeye hazırdır. Piyasa katılımcıları yaptıkları tekliflerle piyasa fiyatını belirlerler. Firma hakkında yeni bilgiler elde edildikçe riskle ilgili bekleyişler değişeceği için piyasa fiyatı da değişir.
BEKLEYİŞLERİN OLUŞUMU
Risk algılayışına ilişkin bekleyişlerin oluşumunda üç farklı model sözkonusudur.
1. Markow Bekleyişleri : Bekleyişlerin oluşma biçimi ile ilgili en basit süreçtir. Markow Bekleyişleri, bekleyişlerin oluşumunda ekonomik birimlerin en yakın geçmişi göz önüne alacaklarını savunan yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre ekonomik birimler geleceğin bugünün aynısı olacağını beklerler. Yani X değişkeninin t dönemindeki beklenen değeri t–1 dönemindeki enformasyona bağlı olarak belirlenir (Xte = Xt-1). Kısaca bu yaklaşımda gelecekte ortaya çıkabilecek muhtemel değişiklikler göz ardı edilmiştir. Yani kişiler geçmişteki hatalarından ders çıkartamamaktadırlar.
Xte = Xt-1
2. Uyumcu (Adaptif) Bekleyişler : Bu yaklaşım bekleyişlerin oluşumunda ekonomik birimlerin ilgili değişkeninin geçmiş dönemdeki seyrini ve daha önce yaptıkları tahmin hatalarını göz önüne alacaklarını savunur. Yani beklentilerin geçmişin tecrübelerine göre zaman içinde oluştuğunu öne sürer. X değişkeninin t dönemindeki beklenen değeri, geçmiş döneme ilişkin tahmin hatalarının uyum sürecini ifade eden λ (Xt-1 – Xte) teriminin eklenmesiyle bulunulur. Bu yaklaşımda da geçmişe balı olarak tahminde bulunmanın her zaman bir tahmin hatası içereceği gözardı edilmiştir.
Xte = Xt-1 + λ (Xt-1 – Xte) λ : Uyum faktörü
Uyum hızı : Beklentilerin geçmişteki tahmin hatalarına hangi hızda uyum gösterdiğini ifade eden katsayıdır.
3. Rasyonel Bekleyişler : Bir değişkene ait beklentilerin oluşturulmasında ekonomik birimlerin, iktisat teorisinin belirlediği değişkenler de dahil olmak üzere, mevcut tüm enformasyonu kullanarak optimal tahmin yapacaklarını savunan yaklaşımdır. Kısaca bu yaklaşıma göre ekonomik birimler mevcut enformasyonun tamamını kullanır ve rasyonel tahmin yapar. Rasyonel tahmin, kişilerin tahminlerinde hata yapmayacakları anlamına gelmez. Sadece yapılan hatanın sistematik bir bileşeni olmayacağını ifade eder. Buna göre yapılan tahmin hataları tamamen tesadüfidir. Yani X değişkeni için t dönemine ait bekleyiş, tüm enformasyonun kullanılması ile yapılan optimal tahminle (Xof) belirlenir.
Xte = Xof
Rasyonel bekleyişler yaklaşımı iki temel sonuç doğurur:
Ø Bir değişkenin oluşum biçiminde değişiklik olduğunda bekleyişlerin oluşma biçimi de değişir.
Ø Bekleyişlere ilişkin tahmin hataları ortalama sıfırdır ve önceden belirlenemez.
ETKİN PİYASALAR HİPOTEZİ (FİNANSAL PİYASALARDA RASYONEL BEKLEYİŞLER)
Para ekonomisi için geliştirilen rasyonel bekleyişler hipotezi, finansal piyasalara etkin piyasalar hipotezi olarak uyarlanmıştır. Bu hipoteze göre finansal piyasalardaki beklentiler mevcut tüm enformasyonun kullanılması ile yapılan optimal tahminlere eşittir. Yani bu hipoteze göre bir varlığın fiyatı bu varlığın değeri ile ilgili tüm mevcut enformasyonu yansıtır. Dolayısıyla riske göre düzeltilmiş beklenen getiri oranının tüm varlıklar için eşit olacağı öne sürülmektedir. Öyleyse eşit riske sahip varlıklardan hangisi daha yüksek getiri sağlıyorsa yatırımcılar bu varlığı satın almaya yönelirler.
Eğer piyasada oluşan fiyat bir varlıkla ilgili tüm bilgiyi piyasaya aktarıyorsa, gerek duyulan enformasyon fiyat aracılığı ile tüm piyasa katılımcılarının eline geçmiş demektir. Aslında farklı hisse senetlerinin farklı getirilere sahip olmasının tek nedeni riskin farklı olmasıdır. Riski yüksek hisse senetlerinin getirisi de daha yüksek olur. Burada önemli olan hangi hisse senedinin seçildiği değil, yeteri kadar çeşitlendirme yapılıp yapılamadığıdır.
Rasyonel Bekleyişler ve Etkin Piyasalar
Etkin piyasalar hipotezi, rasyonel bekleyişler hipotezi ile yakından bağlıdır. Çünkü piyasanın etkin olabilmesi için, bu piyasadaki bekleyişlerin rasyonel olması gerekir.
Portföyünde hisse senedi bulunduran kurumlar topladıkları enformasyona bağlı olarak hisse senedinin gelecekteki fiyatına ilişkin beklentilerini oluştururlar. Piyasadaki mevcut fiyat, bu beklentilerin üzerindeyse ellerindeki hisse senetlerini satar, fiyat beklentilerinin altındaysa hisse senedi satın alırlar.
Etkin Piyasalar Hipotezinin Versiyonları
Etkin piyasalar hipotezi; zayıf piyasa, yarı güçlü piyasa ve güçlü piyasa etkinliği olmak üzere üç şekilde gerçekleşebilir.
a) Zayıf Formdaki Piyasa Etkinliği : Buna göre gelecek dönemdeki hisse senedi fiyatlarının en iyi belirleyicisi içinde bulunulan dönemin fiyatıdır. Bu görüşün en önemli sonucu fiyat tahmini için “Teknik Analiz Yöntemi”nin yararlı olmayacağıdır. Teknik analiz, bir varlığa ait geçmişe dönük verileri grafikler aracılığı ile analiz edip ileriye dönük tahmin yapma tekniğidir. Özellikle hisse senedi piyasalarında zayıf formda piyasa etkinliğinden sapmamaların olabileceği de bir gerçektir. Etkin piyasalar hipotezinin ortaya koyduğu sonuçlar ile çelişen bu tür sapmalar anomali olarak adlandırılır.
b) Yarı Güçlü Piyasa Etkinliği : Buna göre piyasada herkes tarafından bilinmeyen bir bilgiye sahipseniz, hisse senedinin fiyatını tespit etmek için diğer piyasa katılımcılarına göre üstünlüğe sahipsiniz demektir. Bu tür bilgiler genellikle içeriden alınan bilgilerdir. Ancak içeriden bilgilenme yasal değildir. Yani içeriden bilgilenerek piyasada işlem yapmak suç işlemektir.
c) Güçlü Piyasa Etkinliği : Buna göre hiçbir enformasyon piyasada oluşan fiyatların sağladığı enformasyondan daha güçlü değildir. Yani içeriden bilgilenmiş olsanız bile sahip olduğunuz bu enformasyon piyasanın üzerinde bir getiri elde etmenize olanak tanımayacaktır. Çünkü fiyatların taşıdığı enformasyon kişilerin sahip olacağı özel enformasyondan çok daha güçlüdür
Maliye Politikası Özet 1 (1 Ünite 2. Ünite 3. Ünite 4. Ünite 5. ünite)http://www.katipdestek.com/konular/hukuk-mahkemeleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder